TRAVEL
3° giorno Golden Circle Area
Sabah erkenden Golden Circle bölgesini keşfetmeye çıktık. İlk durak Thingvellir'di. Thingvellir İzlanda'nın antik parlementosu ve Kuzey Amerika ile Avrasya tektonik plakaları arasında yer alıyor. Park yerinden sonra, Thingvellir'de sadece plakaların gezilebileceği kısa tur veya plakalarla beraber kilisenin geilebileceği orta tur veya tüm çevreyi dolaşacak şekilde uzun rotalar izlenebilir. Biz orta uzunluktaki rotayı seçtik ama plakas tarafının hepsinden daha ilginç olduğuna karar verdik, yani çok vakit geçirmeye gerek yok. İkinci durak Geysir. Dört ila on dakika arasında değişen patlama sürelesi olan Stokkur Gayzer'inin etrafı hep kalabalık. Bu jeotermal bölgesinin güzel bir ziyaretçi merkezi var, satın almadığımız somonlu sandviçlerin görüntüsünü hala hatırlıyorum - onun yerine Gulfoss yolunda seyir noktalarından birinde arabadaki yiyeceklerimizle piknik yaptık. Gulfoss efsanesi ile ünlü muhteşem bir şelale. Adı altın şelale çünkü altında gizli bir hazine olduğu düşünülüyor. Gulfoss'tan sonra ikiz şelaleler "Hjalparfoss" görmek için başka bir yola saptık ve de hiç pişman olmadık. Kalabalık değil, tek bir kişi yoktu. Hayran kalarak bir sürü fotoğraf çektirdik. Daha sonra etrafında bir sürü değişik hayvan ve harika manzaralar olan sevimli Vatnsholt Farmhouse otelimize yerleştik. Akşam yemeği için Viking restoranına gitmeden biraz yolu uzatıp, şirin bir balıkçı köyü olan Stokkseyri'yi ziyaret ettik. Viking restoran biraz turistikti ama yine de geleneksel İzlanda spesiyaliteleriyle değişik bir deneyim yaşadık. Kısaca 3. Gün:
|
4° GÜN Güney İzlanda, Vik
Sabah Vatnsholt'tan ayrıldık, son hedefimiz Vik. Yol boyunca inanılmaz şelaleler gördük. Önce tesadüfen harika bir yerde durduk, adı Thorsteinslundur piknik alanıymış ordaki Drifandi şelalesininin tam anlamıyla tadını çıkardık. Birkaç kilometre sonra Gluggafoss (Merkjárfoss diğer adı) şelalesi karşmıza çıktı. Seljalandfoss kadar büyük olmasa da, bu şelalenin de arkadasına geçilebiliyor. Sıçrayan suların yarattığı gökkuşağı manzarasında bir sürü fotoğraf çektik. Sonra İzlanda'nın en popüler şelalelerinden Seljalandfoss'a ve hemen arkasında gizli bir mağarada yer alan Gljufrafoss'a ulaştık. Seljalandfoss'un içine geçip yürünebildiğinden çok popüler ama zeminin kaygan olduğundan dikkat etmek gerekiyor. Her zaman çok kalabalık olan bu şelaleye en iyi fotoğrafları çekmek için erken veya hafta içinde gitmek daha akıllıca. Skogafoss, yeşilliklerle ve gökkuşağıyla çevrili bir başka etkileyici şelale. Yukarıdan görmek için şelalenin yanındaki merdivenlerden çıktık ve şelaleyi besleyen nehrin kıyısında biraz yürüdük. Google Maps'ten Skogafoss yakınlarında bir buzul olduğunu görünce hemen yola çıktık. Sadece 13 dakikada Sólheimajökull isimli buzula ulaştık. Ertesi gün gideceğimiz Skaftafell'den daha güzel ve ulaşması daha kolay. Arabayla otoparka ulaştıktan sonra yürümesi yanlızca 15 dakik sürüyor. Sólheimasandur uçak enkazı - Burayı göremedik çünkü yolda herhangibir tabela karşımıza çıkmadı, kaçırdığımızı anlayınca da geri dönmeye üşendik zira Dyrhólaey muhteşemdi! Dyrhólaey Yarımadası'na gitmek için arabayla oldukça tehlikeli ve dar bir yokuş çıktık, Google Maps olmasaydı kaybolduğumuzu düşünecektik. Arabayı park yerine bıraktıktan sonra manzara eşliğinde 10 dakikalık bir yoldan denizin üzerindeki inanılmaz Dyrhólaey kemerini göreceğimiz noktaya ulaştık. Dyrhólaey'den sonra ünlü Netflix dizisi Katla'nın çekildiği güzel kasaba Vik'e ulaştık. Hemen mesşhur Black Sand Beach - Kara Kum Plajı'na gittik, ürkütücü dalgaları izledikten sonra Vik Kilisesinin terasına manzara izlemeye çıktık. Yollarda yıprandığı için iyi bir çift ayakkabıya ihtiyacımız vardı ve Reykjavík'ten yol boyunca bulabildiğimiz tek alışveriş merkezine girdik. Fiyatlar yüksekti ama hepsi kaliteliydi.Ayakkabı harici hediyelik eşyalar da bulduk, tipik İzlanda çorapları kazakları vs.. Ufak bir kiosktan sosisli sandviç ve hamburger aldık ve akşam yemeğimizi odada yemek için otelimize geri döndük. Bölgedeki en ekonomik seçenek olduğundan Vik ve Dyrh laey Peninsula Hotel arasındaki Dyrh laey Hotel'de kaldık. Kısaca 4. gün:
|
5. GÜN
Vik'ten ayrılmadan önce sabah hemen Reynisfjara plajını ziyaret ettik. Black Sand Beach çok ilgimizi çekmedi ama Reynisfjara Beach, Game of Thrones gibi kayalık dağları ve okyanusta görülen büyük üçgen kayaları ile unutulmazdı. Hem Black Sand Beach hem de Reynisfjara Plajı, sizi içine çekebilecek büyük, ani dalgalar olduğu için son derece tehlikeli. Çok sayıda vefat eden turist vakası olduğundan, iyi bir fotoğraf karesi yakalamak için muhteşem manzara karşısında dikkatinizin dağılması çok kolay, o yüzden dikkat... Kanyon Fjadrargljufur; Büyük turist otobüslerin gelmediği ve çok meşhur olmayan bu olağanüstü kanyon gerçekten çok fotojenik bir yer ve kaçırılmamalı. Buzullardan eriyen suların akarak uzaklaşması ve taşıdığı tortu ve taşların birikmesiyle oluşan sander düzlüklerinin dünyadaki en büyük örneği olan Skeidarsandur'dan, geçerek meşhur terk edilmiş çiftlik Nupsstadur'a ulaştık. Sadece biz olduğumuz için çok da meşhur gelmeyen çiftliğin yerini bile tespit etmek zor oldu. Google maps'ta bulamadık, herhangi bir işaret veya tabela da yoktu. Burayı bulmanın sırrı yoldaki torf evlere dikkat etmek. Girişin önüne park edip ve yürüyerek içeri girdik, tamamen terk edilmiş bu ciftliğin girişinde herhangi bir ücret ödeme veya kontrol noktası yok. Sonraki durak, Vatnajökull Milli Parkı'nda çok önerilen Şelale Svartifoss şelalesi ve Skaftafelljokul buzulundan oluşan Skaftafell Parkı bizi biraz hayal kırıklığına uğrattı. Geniş bir alanda iki zıt yönde yer alan şelale ve buzul için aynı otoparkı ve ziyaretçi tesisini paylaşmışlar. Skaftagelljokull buzulu yönünde bişeyler içmek ve atıştırmak için güzel bir açık hava kafe/bar var. Pazar Günü ve 27°C olmasından dolayı çok kalabalıktı ve hem şelaleye hem de buzula ulaşması çok uzun sürdü. Özellikle şelaleye giden yol uzun dar ve dik yokuşlu bir patikaydı, 45 dakikalık tek yön (1.5 km) bu yolu turist kalabalığıyla beraber çıkmak bize hiç keyif vermedi. (Svartifoss şelalesi yine de bir harikaydı) Skaftafelljokul'un yolu daha kolaydı, düz ve yürümesi 35 dakika sürdü. Buzul üzerinde yürüme turları vb yapacak olsaydık belki de bize daha ilginç gelirdi ama dün gördüğümüz buzuldan daha etkileyici değildi. Özetle, uzun mesafeler ve kalabalıktan dolayı keşke bu iki uzun trekkingi atlasaydık ve zaman kazansaydık dedik çünkü yol üzerinde daha etkileyici şelaleler ve buzullar var. Yaklaşık 45 dk sonra Ünlü Diamond/Elmas Plajı ve ve Jokursarlon Buzul Lagünü'ne ulaştık. Geldiğimiz yolun iki zıt yönünde bulunan bu iki önemli turizm gözdesinden önce Diamond Beach'e gittik. O gün sıcak hava nedeniyle buzdağı parçaları eridiği için çok fazla elmas parçası göremesek de, komik fotoğraflar çektirmek için yeterliydi. Akıntıya karşı yüzmeye çalışan fokbalıkları daha çok ilgimizi çekti. Sonra otoparkı değiştirdik ve Jokulsarlon Lagünü'ne gittik. Tekne turu için daha öncesinden online bilet almamıza rağmen check-in yapmak zorunda kaldık. Günler öncesinden 16.00 civarına yaptırdığımız bu rezervasyonun saatini doğru zamanı tahmin ettiğimiz için kendi kendimizi tebrik ettik. Karadan göle giren amfibi teknelerle düzenlenen byu turlar için kişibaşı yaklaşık 50 USD ödedik. Mavi ve beyaz renklerin tüm tonlarını yansıtan dev buzdağı parçaları arasında yelken açmak inanılmaz bir deneyim olduğu için bu gezi ile ilgili tereddütlerimiz mutlu sonla bitti. Ama yine de, tekne gezisi olmadan da Jokursalon'u ziyaret etmek haika bir deneyim; sahil boyunca yürüyebilir ve karadan pitoresk manzarayı izleyebilirsiniz. Bu meşhur yerlerden sonra karidesiyle ünlü Hofn kasabasına ulaşmak için 1 saatlik bir yolculuk yaptık. Hofn limanındaki ünlü diner Hafnarbugin'da iki lezzetli karidesli sandviç yedik. Bu sandviçten sonra Hofn'da konaklamalıydık ama zaten Berunes Hi Hostel'de çoktan yer ayırtmıştık, ve yaklaşık 2 saat daha araba kullanmamız gerekti ve otelimize vardığımızda gece yarısıydı.. Ama tabiki yine de bitmeyen gün ışığında geldik. Skaftafell'e kızgınız, orda durmasaydık, harika manzaralı bu yolda rahat rahat durup harika fotoğraflar çekebilirdik. Ama Berunes Hi Hostel bizi hayal kırıklığına uğratmadı. Kısaca 5. Gün
|
6. GÜN
Berunes'in bahçesinde harika manzaralı ve lezzetli bir sabah kahvesinden sonra Berunes mülkündeki Beruneskirkja kilisesini ziyaret ettik ve Husavik'e ulaşmak üzere güzergahımızı seçtik. Amaç, tabi ki yolda mümkün olduğunca çok şey görebilmekti. Yol süper panoramik vr bize kayalıkların önünde poz veren koyunlarla dolu... Güzergahımız efsanevi göl canavarıyla meşhur Edilsstadir'dan geçti; erzak stoklamak, kahve ve benzin almak için çok uygun bir yer ama Seydisfjordur kadar güzel değil. Şirin ve huzurlu Seydisfjordur balıkçı kasabasına ulaşmak için sis ve karla dolu dik bir yoldan, şelaleler ve buzul lagünleriyle dolu bir dağdan geçtik. Seydisfjordur'un ardından vahşi Dettifoss şelalesine gittik. Dettifoss'a ulaşmak için İzlanda'nın iç kısımlarına girdiğimizde, manzara çarpıcı biçimde değişti; yeşil ve mavi yerine çorak volkanik siyah ve gri renklere dönüştü. Yol, Seydisfjordur'dan Dettifoss'a yaklaşık 2,5 saat sürdü. Dettifoss'u ziyaret etmek çok kolaydı. Park yerinin yakınından başlayan yolu takip edip değişik fotoğraflar çekebilmek için şelalenin etrafında ve şelale boyunca yürüdük. Dettifoss'tan sonra arabayla 1 saat 15 dakika sonra aç bir şekilde Husavik'e vardık. Gentle Giant balina izleme turumuza rezervasyon yapmak için doğruca limana gittik ve limana bakan Fish & Chips adlı restoranda balık ve patates kızartması yedik. Tasarruf etmek için Husavik'in biraz dışında bir otel rezervasyonu yaptırmıştık, Skogar Sunset Guesthouse ve seçimimizden çok memnun kaldık. Günün son balina izleme turuna bilet aldıktan sonra önce otele kıyafetlerimizi daha sıcak olanlar için değiştirmeye gittik. Yine de turu düzenleyen firmanın dağıttığı kocaman ve sıcacık bir dev tulumları giydik. Deneyim unutulmazdı, balina izlemeye başlamadan önce binlerce puffin'in (bu bölgeye özgü bir deniz kuşu cinsi, çok tatlı ve komik göründükleri için deniz palyaçosu da deniyor) yaşadığı Puffin Adası'ndan geçtik. Kısaca - 6. Gün
|
7° GÜN
Orijinal plan, Husavir'den ayrılıp doğrudan Akureyri'ye gitmek ve geceyi Stikkisholmer'de geçirmekti. Ancak Husavik ve Akureyri'den Myvatn göl bölgesine çok sayıda günübirlik geziler olduğunu gördük ve meraklandık. Çok fazla zaman kaybetmeyecek ve orijinal güzergahımızı değiştirmeyecek şekilde görülmesi gereken en önemli yerleri seçip sabah programımıza ekledik. Yani direk Skutustadagigar Pseudokraterlerine doğru yola çıktık. Myvatn Gölü çevresindeki bu yeşil tepeler ve kraterler boyunca yürüyüş yaptık ve ardından muhteşem bir jeotermal alanı olan Hverir'e devam ettik. Hem Skutustadagigar hem de Hverir'i ziyaret etmek kolay ve kısa sürdü. İkisi için de arabayı park ettikten sonra fazla yürümedik. Hverir'i geçtikten yaklaşık 45 dakika sonra Akureyri yolunda kurak bir volkanik manzara eşliğinde uzaktan Godafoss göründü. Godafoss da zaman kaybetmeden kolayca ziyaret edilebilinen bir şelale. ; İzlandalılar, paganizm üzerinden Hristiyanlığı kabul edince -Norveçlilerin baskısı altında- totemlerini bu şelaleye attıkları için tanrıların şelalesi deniyor. Godafoss'u geçtikten yarım saat sonra Akureyri'nin merkezine ulaştık. Önce Kuzey Kutup Dairesi'nden sadece 50 km uzaklıktaki çok çeşitli ve güzel çiçeklerin bulunduğu Akureyri botanik bahçeyi ziyaret ettik. Amacımız çok methedilen kafesinde birşeyler atıştırmaktı ama yine güneşlive güzel bir gün olduğu çin çok kalabalıktı. Biz de arabayı aldık ve şehir merkezine doğru gittik. Tarfiğe kapalı çarşı caddesi olan Hafnarstræti yolunun arkasındaki bir park yerine park ettik ve ünlü Pylsuvagninn hotdog standına gittik. Burası değişik ve yaratıcı hotdog kreasyonları ile meşhur bir yermiş, biz de sıraya girdik. Yediklerimizi eritmek için Akureyri kilisesinin merdivenlerini çıkıp içini gezdik ve ardından Kuzey İzlanda'nın başkenti sayılan Akureyri'den ayrıldık. 3 saatlik bir yolculuktan sonra, büyük bir fok kolonisini ve eşsiz Hvitserkur kaya oluşumunu, (gergedan kayası da deniyor) gözlemlemek için küçük ve manzaralı Vatnses yarımadasına ulaştık. Muhteşem manzaraları ve serbest İzlanda atlarının tadını çıkardık. Yine manzaralı başka bir 3 saatlik yolculuktan sonra Snarfellness Yarımadasına ulaştık. Buraya aynı zamanda Mikro İzlanda diyorlar çünkü tüm İzlanda'da göreceğiniz renkler ve şekiller bu yarımadada birarada. Akşamı ve geceyi şirin restoranları olan güzel balıkçı kasabası Stikkisholmer'de dolaşarak geçirdik. Stikkisholmer, küçük olsa da, Yarımada'daki en büyük kasabası ve etkileyici bir dağın hemen önünde muhteşem bir liman manzarasına sahip. Sjávarpakkhúsið Restaurant'ta bu keyifli manzara eşliğinde yemek yemek mümkündü ama covid nedeniyle İzlanda'nın en çekici restoranlarından birinde yemek yiyemedik. :( Kısaca - 7. gün
|
8° GIORNO
Planımız, eve dönüş ucağına binmek uzere başkente dönüş yolunda Mikro Izlanda denilen Snaefellness Yarimadasini keşfetmekti. Stikkisholmer'dan ayrıldıktan hemen sonra, destanlarda adı gecen Helgafell Dagini gorduk- İlk bakışta pek ilginç gelmese de hakkında destanları okuyunca bakış açımız değişti. 20 dakika sonra balıkçılıkla geçinen başka şirin kasaba Grundarfjordur’a vardık. Burdan hemen sonra; İzlanda'nın en çok fotoğraflanan yeri, ünlü simetrik dağ Kirkjufell ve onun çarpıcı Kirkjufellfoss şelalesinin manzarası var. kKim en güzel kareyi yakalayacak yarışmasından sonra yakındaki park yerine bıraktığımız arabamıza geri bindik ve Olafsvik denilen başka bir kasabadan geçerek 10 dakika sonra Rif Köyü’ne vardık. Rif'te İzlanda'nın genelinde rastladığımız intihara meyilli veya insana ve arabalara alışık olmayan kuşlarından en çılgınlarına rastladık. Üzerimize uçan veya yerden kalkmayan kuşlarla bir Hitchkok sahnesi yaşadık ve kendimizi 4 dakika sonra vardığımız Hellissandur Köyündeki Gilbakki Cafe'ye zor attık. Ev tarifi balık çorbası, kahve ve kek yediğimiz bu kafe dünyadaki en şirin kafelerden biriydi. Snaefellness yarımadasının en batı kısmı olan Cape Ondverdarnes'e doğru devam ettik. Yol bir süre sonra asfaltsız ve lastiklerimize zarar verebilecek kadar taşlı bir hal aldıysa da merakımızın peşinden gitmeye devam ettik. Yolda hiç işaret göremedik, google maps olmasaydı ilerleyemezdik. Önce beyaz kumlarıyla tropik görünümlü Skardasvik plajına ulaştık ve ardından yavaş ve dikkatli bir sürüş ile 10 dakikada Svortuloft deniz fenerine vardık. Deniz fenerini ziyaret etmedik, ilgimizi daha çok fenerin önündeki martı ve komik puffinlerin dolu olduğu uçurum kaya çekti. Yarım saat sonra Djupalonssandur & Dritvik' vardık. Arabayı yakındaki park yerine bıraktıktan sonra, önce Djújpalónssandur'a (diğer adıyla Black Lava Pearl Beach)ve sonra yürüyerek Dritvik Sahiline varılıyor. Her ikisi de tarihi öneme sahip volkanik oluşumlarla çevrili birbirine çok yakın koylar. Djújpalónssandur'da bir gemi enkazının kalıntıları ve kocaman taşlar var. Eski zamanlarda erkekler gemilerde balıkçı olarak çalışmak için kabul edilmek üzere bu taşları kaldırarak güçlerini test etmeye zorlandıyorlarmış. Çizgi filmlerdeki gibi... En küçük taş 23 kg. en büyüğü 154 kg. Gittiğimizde bir turist grubuyla karşılaştık, taşları kaldırmaya çalışıp bibirlerine gülüyorlardı. Dritvik Sahili ise büyük kayaları ve korkutucu dalgalarıyla Vik'in Reynisfjara Sahilini hatırlatıyor. Burdan hareket ettikten tam yarım saat sonra, İzlanda'nın simgelerinden meşhur kara kilise Budir'e varılıyor. Gittiğimizde kilise kapalıydı, içine giremedik. Bize 5. gece kaldığımız Berunes Stay'deki küçük kiliseyi hatırlattı. Budir'den sonra yollar yine muhteşem manzaralarla doluydu nereye bakacağımızı bilemedik, ertesi gün döneceğimiz için çok üzgündük. Reykjavik'e giden yolun tam üzerinde sayılmasa da, çok merak ettiğimiz Hraunfossar şelalesi için yolumuzu 1 saat kadar uzattık. (toplam yaklaşık 100 km.) Aslında 8 gün boyunca gördüğümüz onca muhteşem şelaleden sonra o kadar yola gitmeye değmezdi ama yine de Hraunfossar'ı ve ikizi Barnafoss'u gördüğümüz için mutluyduk. Suda kaybolan iki çocuğun ve annelerinin bundan sonra hiçbir çocuk bu sularda ölmesin diyerek şelalenin üzerinde doğal bir kemer oluşturduğuna dair üzücü efsanesiyi öğrenmis olduk. Son gece daha ekonomik olduğu için Reykjavik, dışında bir otelde kaldık. İyi de yapmışız çünkü Hotel Hildsfishermann'ın okyanus üzerinde harika bir manzarası (eminim kuzey ışıklarını başkente yakın bir yerde izlemek için muhteşem olurdu.) Otelin hemen yanındaki bahçede İzlanda atları vardı ve etrafında biçok AVM ve süpermarketin olduğu bir yerdeydi. Kısaca 8. Gün
|
9° GIORNO
Son günümüzde havaalanı çevresinden fazla uzaklaşmak istemedik. Keflavik çevresinde kalıp etrafındaki küçük şehirleri keşfedelim dedik; Gardskagi con il vecchio faro, Garður e Grindavik. Havalimanına gitmeden Blue Lagoon'a gittik. Prima di andare in aeroporto, siamo andati a Blue Lagoon. Volkanik manzara eşliğinde inanılmaz mavilikte jeotermal deniz suyuna sahip dünyaca ünlü bir Spa. Pandemi nedeniyle İzlanda'da çok turist olmadığı için birkaç gün öncesinden internetten giriş için ödemeyapabildik, ancak normalde yerler çok daha ncesinden doluyor. Günübirlik girişler için farlı seçenekler sunmuşlar, biz ekonomik olanını seçtik ve fazlasını ödemeye zaten gerek olmadığı kararına vardık. Diğer opsiyonlarda birkaç ücretsiz içecek seçeneği daha konulmuş. Çıkışta park yerinde havalianı veya Reykjavik merkezine giden shuttle servislerin olduğunu gördük, aklınızda bulunsun. Blue Lagoon'dan sonra 20 dakikadan az bir sür içinde havalimanına vardık ve kedilerimize ulaşmak üzere yola çıktık. In Breve - giorno 9 Uçak saatinen önce yeterli zamanınız varsa Keflavik etrafındaki küçük ve sevimli şehirli gezebilir ve/veya ilk gün gitmediyseniz mutlaka gidilmesi gereken Blue Lagoon jeotermik Spa'ya ucak öncesi gidebilirsiniz. (önceden rezervasyon yaptırın). Blue Lagoon'dan havaalanına 20 dakikadan az sürüyor. |